Budapeşte’nin Yıldızı: New York Cafe

Bir yerin “dünyanın en güzeli” olarak anılması kimilerine ilgi çekici kimilerine abartılı gelebilir. Ama böyle iddialı bir unvanın ardında illaki bir şeyler vardır; bazen gerçek bir sebep bazen koca bir balon

Budapeşte’deki bir kafe, uzun yıllardır “dünyanın en güzeli” olarak anılıyor. Yani sosyal medya etkisiyle şehir efsanesine dönüşen bir balon değil; geçmişi sosyal medya tarihinden çok daha uzun. Belki sosyal medyanın ona sağladığı tek etki, ününe ün katması ve kapısının önünde uzun kuyruklar oluşmasını sağlaması olabilir…

Meraklısı giderek artıyor, akşam yemeği hariç rezervasyon kabul etmiyorlar ve haliyle kuyruk kaçınılmaz sonuç oluyor. LEA Journeys ayrıcalığı ve incelikli planlaması sayesinde, mart ayında Budapeşte’ye gittiğimizde kapının önünde metrelerce uzayan kuyrukta beklemeden içeri girdik ve bize özel hazırlanan bölümde öğle yemeği yedik.

New York Cafe’ye dışarıdan bakınca Budapeşte sokaklarını donatan birbirinden güzel binalardan biri diyerek geçebilirsiniz. Ama içeri girince yaşayacağınız şey tam olarak ilk görüşte aşk!

Baş döndüren bir etkisi var; tam da bu yüzden içeri adım atanların dudaklardan global bir şaşırma ve hayranlık nidası “vooov” dökülüyor. Mekânın katlı yapısı ve genişliği, her köşeye yayılan şıklığı, duvar ve tavan süslemeleri, servis görevlilerinin zarif tavırları ile atmosferi sizi hemen etkisi altına alıyor. Hayal gücünüz kuvvetliyse, kendinizi bir baloya davetli gibi hissetmeniz an meselesi… Tabii bu atmosferi tamamlayan en önemli şey müzik. Günün belli saatlerinde mini bir grup canlı müzik yapıyor. Neşelenmemek mümkün değil.

Tüm bu romantik atmosferi bozacak ama söylemeden olmaz burası aynı zamanda bir gör-görül mekânına dönüşmüş durumda. İçeride anın tadını çıkaran insanlar kadar fotoğraf çektirme derdine düşenler var. Sosyal medyaya buradan “atılacak” fotoğrafların en havalısı, en güzeli, en çok like’lısı olması için stil yarışına girenler de pozdan poza geçenler de sizi şaşırtmasın. Özellikle balkon katında misafirler fotoğraf çektirmek için kuyrukta bekliyor; mecazi değil gerçek!

New York Cafe, iki kez U City Guide tarafından Dünyanın En Güzel Kafesi seçilmiş. 2014’te Budapeşte Marka Ödülü almış. 1890 yılında temelleri atılan bina aslında New York Life Insurance Company adlı bir sigorta şirketi için yapılmış. İnşası dört yıl sürmüş. Buda Kalesi’nin genişletilmesinde ve Etnografya Müzesi’nde de imzası olan dönemin ünlü Macar mimarı Alajos Hauszmann tarafından tasarlanmış. Bina şirketin genel merkezi olarak kullanıldığı için aynı adla anılmış; günümüze kadar da bu isimle gelmiş.

20. yüzyıl başlarında New York Cafe ve üzerinde yer alan New York Oteli, Budapeşte’nin en gözde mekanıymış. Özellikle kültür, sanat ve edebiyat çevrelerinin kalbi burada atıyormuş. Dönemin en etkili gazetelerinin haberleri, yazı dizileri çoğu kez bu kafede tartışılmış. 2. Dünya Savaşı sonrası gözden düşmüş hatta bakımsızlıktan dökülmeye başlamış. Bir dönem spor malzemeleri mağazası olarak kullanılmış. Sonrasında Hungária adıyla yeniden kafe olarak hizmet vermiş ama eski günlerin etkisini yakalayamamış.

Kaybettiği popülariteyi kazanması 2000’li yıllara rastlıyor. New York Palace, 2001 yılında İtalyan otel zinciri Boscolo tarafından satın alınmış. Önce oteli tamamen yenileyerek 5 yıldızlı konfora kavuşturmuş sonra da New York Cafe efsanesini canlandırmış.

Menüsünde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çok kültürlü mutfağına atıf var. “Beef Goulash, Fishermen Soup, Wiener Schnitzel, Grilled Foie Gras” gibi klasik lezzetlere ek olarak “Dobos, Sacher, Eszterházy cake” gibi ünlü tatlılar bulabilirsiniz. Biz kremalı pancar gazpacho, hamburger, mantarlı makarna denedik; hepsi başarılıydı. Tatlılar da çok lezzetliydi. New York Cafe haftanın 7 günü 08.00-24.00 arası açık.

Nokta koymadan önce burayla ilgili anlatılan bir efsaneyi anlatmamak olmaz. Bu kafenin açılış gününde yazar Ferenc Molnar, giriş kapısının anahtarlarını Danube Nehri’ne fırlatmış. Çünkü buranın 24 saat açık kalmasını, günün hiçbir anında kapanmamasını istemiş. Buranın müdavimlerinden olan Macar yazar Sándor Márai ise mekâna önemli bir misyon yükleyerek “Kafesiz edebiyat olmaz” demiş.